İnsan olarak bu kadar gelişmiş bir biyolojik sisteme sahipken, reflekslerimizin bir kurbağınınkine benzer olması ne acıklıdır.
Diyelim bir kurbağamız var;
Kurbağamızı içi soğuk su dolu kaba koyup suyla beraber ısıtırsak, kurbağamız ısıya adapte olur. Onu pişiren suya kaynayınca bile tepki vermez. Sürece alışmıştır.Tehlikeyi farketmez.
Aynı kurbağayı kaynar suya direkt atarsak, ...anında zıplar kaçar.
Ani şok etkisi!
Bir sorun topyekün tepemize binerse daha kolay farkediyoruz. Yavaş yavaş olan zararlı durumlara ise adapte olup, onları görmezden geliyoruz.
Ama gerçekler, biz onları görmezden geliyoruz diye ortadan kalkmaz!
Diyelim ki akvaryumda balığımız var.
Suyunu hiç değiştirmezsek, balık hastalanırsa, balığı mı değiştirmeli suyu mu?
Ortam her şeydir.
Bizim ortamımız nasıl?
Modern yaşam bize ne getirdi, bizden ne götürdü?
Hazır yiyecekler dolusu market rafları, hızlı üretilmiş GDOlu sebzelerle dolu manavlar,bir metrekarede yaşayıp semirmiş hayvanlar, bol kimyasallarla temizlenmiş şehir suları, bolca ilaç… Bütün bunları görmezden gelip , hastalık ortaya çıktıktan sonra panikle koştuğumuz ileri(!) tedavi yöntemleri…
Kurbağamızdan ne farkımız var.
Suyu kirlenmiş akvaryumdaki balıktan ne farkımız var?
Ne yapacağız? Yeni fikirlerin kabulü için şimdiki ‘ilaç’ devlerinin yanlış yönledirdiği tıp adamları neslinin değişmesini mi bekleyeceğiz?
Elinizdeki kitap bu büyük soruna basit bir çözüm öneriyor.
İki şey yeterli.
1- Mevcut yaşam tarzının “iç”imizi ve “dış”ımızı kirletiğini farkedeceğiz
2- Kendi iç ortam sıvılarımızı temiz tutacağız.
Bunu yapmanın ilk koşulu büyük resmi görmektir:
Hastalığa ve sağlığa giden yol aslında cok basittir. Akvaryumun suyunu temiz tutacağız. Tüm vücutta, tüm dokularda, tüm hücrelerde ortamı temiz tutacağız.
Ortam herşeydir.
Problem ise en basit ifade ile vücutdumuzun iç ortamının kirlenmesi yani ‘asitlenme’dir.
Nasıl sanayi atıkları, kontrolsüz karbon salınımı dış ortamımızı kirletiyorsa, vücudumuz da hem kendi metabolizmamızın doğal döngüsü hem de aldığımız yanlış gıdaların sindirimi sonucu asit son ürünler üretir; iç ortamımız devamlı kirlenir. Vücudumuzdaki dokuları, organları, hücreleri, kanı kirleten zehirli artıklar, “vücudun asitlenmesine” sebep olur.
Asitlenmenin en önemli sebebi bizim içeri soktugumuz zehirlerdir. Bu zehir bir tutam şeker de olabilir, bir tutam tuz da.
Kalp krizi geçirmis bir yakınmızı ziyarette, “Arabana gösterdiğin özeni vücuduna göstermiyordun” diye yakınan bir aile ferdini duymadık mı?
Arabanızın deposuna gelişi güzel benzin, dizel, gaz yağı veya bir bardak şeker koymazsınız. Motoru harap edeceğini, arabanın bozulacağını bilirsiniz. Ama yediğinizi içtiğinizi vücut motoruna uygun yakıt olarak seçmediginizde ödeyeceğiniz bedeli umursamazsınız. Ve bu umursamazlığın bedeli çok ağırdır; sağlığımızla ödenir.
Düşünelim bakalım. Kanser, diyabet, gut hastalığı, kilo problemleri, safra kesesi, bağırsak poblemleri, karaciğer yağlanması, damar sertliği, kalp hastalıkları, osteoporoz denince aklımıza virus ya da bakteri mi geliyor? Gelseydi güzel olurdu; onları suçlardık bu hastalıklar için.
Oysa suçlu biziz. Bu hastalıkların sebebi motora yanlış benzin koymamızdır.
Hastalıklar bize olmaz, biz onlarin bize olmasına sebep oluruz.
Sebep, yanlış benzin sonucu olusan asit artıkların vücutta birikmesidir.
Asidin vücudun temizlik, savunma, onarma sistemlerinin kapasitesinin üzerine çıkacak kadar birikip tüm dokuları kirletmesidir.
ASİTLENİYORUZ.
Yıllarca biriken bu asitleri ameliyatla, şipşak yutulan bir hapla yokeden tıbbi bir yöntem yok. Asidi azaltmanın yolu, asidin panzehiri alkaliyi arttırmaktır.
PANZEHİR; ALKALİ OLMAKTIR.
diyor,sevgili yazar...
Farklı kaynaklarda alkali diyetle ilgili şöyle bir hesaplama yapmışlar : diyelim 5 kilo vermek istiyorsunuz ,bunu 3 ile çarpıyorsunuz,15 gün süre ile alkali şekilde besinleri tüketiyorsunuz ...
1 ayda 10 kilo veren var,ki bu şok diyet gibi bir saçmalık da değil,aslında diyet de değil,yaşam şekli....
Tabi arkadaş çevrenize bunu anlatmak kolay olmuyor. 'Ne yani sen şimdi kola,kahve ,alkol içmiyor musun yaniiiii?'' diye şaşırıyorlar sanki ayda yürümeyi teklif etmişim gibi...Sosyal ortama uyum konusu işi zorlaştırıyor ,gerçek ...
LaKİN,
Karın şişliği, terleme, kilo problemi yok...Vücudum hafif,fit,saçlarımdan tırnaklarıma kadar yenilenme hissi,uykunun kalitesinde artış,az uykuya rağmen dinamiklik,vücuttaki tüm ödemin gitmesi,kesinlikle sigara denen illete veda,ciltte parlama,daha mutlu ve huzurlu bir insana dönüşüyorsun...
Her şeye daha farklı bir bakış açısı geliştiriyorsun,büyük kırmızı market zincirlerinin hayvanlara ne yaptıklarını,sektörün obeziteyi nasıl getirdiğini,bağımlılığı,bir türlü doyuma ulaşmayan mide ve ruhu görüyorsun...
Bu konuda yazılacak da söylenecek de çok şey var...Bu yaşam tarzının en ünlü temsilcilerinden biri de ,
Victoria Beckham, çocuk doğurmasına rağmen zayıf kalmayı başaranlardan. Hatta fazla zayıf..:)
Türk insanının genetik özelliklerinde böyle bir zayıflık olduğunu sanmıyorum ben :)
Araştırmaya devam edip bu konudaaaaa epey paylaşım yapasım var. İlgilenen olur mu bilmiyorum ama ben ara verdiğim dönemime yarın tekrar başlıyorum ...Ne yiyip içtiğimi ,sağlıklı menülerimi burada yayımlamayı düşünüyorum..
Madem güzel olan her şey ile ilgili bir blog yazıyorum:
Bedenimizin ve içimizin güzelliğine de yer verelim .
SEvgilerle...